Müdahale Hakkı - Deneme

29 Temmuz 2024

Merhaba sevgili okuyucularımız. Bu yazımızda kendi hakkınızda aldığınız kararlara başkalarının karışıp karışamayacağını ele alacağız. Biraz daha detaylı ifade edecek olursak, birilerinin özgür iradeleri ile kendi haklarında aldıkları ve sadece kendilerini etkileyen sonuçları olan kararlara, bunların tamamen dışında kalan insanların yorum yapmaları, karşı çıkmaları ya da hatta bu kararların uygulanmasını direkt olarak engellemelerinin hak olup olmadığını beraber düşüneceğiz. Böyle sorulduğunda cevap çok net gibi geliyor öyle değil mi? "Kimin ne haddine benim kendi hakkımda aldığım kararları sorgulamak?" dediğinizi duyar gibiyim.

Bir örnek vererek başlayayım: Mahalleden tanıdığınız biri kolunu kestirebilmek için sizden yardım istemiş. Ona yardım eder misiniz? Deli olduğunu, aklını yitirdiğini ve yardıma ihtiyacı olduğunu düşünürsünüz, öyle değil mi? Neden? Onun özgür iradesiyle aldığı bir karar değil mi bu? Bundan yalnızca o etkilenmiyor mu? Yoksa akıl ve mantık çerçevesinde evrensel doğrular ve yanlışlar mı var?

Bir başka örnek: Gelecekte bir zamandayız. İnsanoğlu galaksiler-arası seyahat için yeterli imkan ve kabiliyete erişmiş. Uzak bir galakside, üzerinde canlıların yaşadığı bir gezegen keşfetmişiz. Bu canlılar, gezegenlerindeki iki kıtayı ayıran okyanusun ortasındaki küçük ve dışarıdan bakan birine göre oldukça önemsiz bir ada için birbirlerine düşmanlık besleyen iki kıta ülkesi kurmuşlar. İnsanlık onlarla iletişim kurabilmek için bu canlıların artık savaşa bir son vermelerini istiyor ancak onlar varları yokları, her şeyleri ile savaşıyorlarmış. İnsanoğlunun elinde bu canlıların savaşmasını engelleyebilecek bir teknoloji varmış. Bu kullanılırsa savaş sona erecek ve aralarındaki husumet bitecekmiş. Bu teknoloji kullanılmalı mı? Yoksa canlıların birbirlerini yok etmelerini bir süre sonra doğruyu kendilerinin anlamalarını mı beklemeliyiz? Hatalarından ders almalarını beklerken heba olan yaşamlar ve çekilen acılarda, buna engel olabilecekken müdahil olmamayı seçenin hiçbir sorumluluğu yok mudur?

Yukarıda verdiğim örneklerin sonlarında sorduğum soruların tek taraflı, yanlı ve aslında sizin düşüncelerinizi belirli bir yöne doğru manipüle etmeye çalışan sorular olduğunu fark edenleriniz olmuştur. Olaylara yalnızca kendi açımızdan baktığımızda yani bu olayları şahsen deneyimleyen öznelerin kendi perspektiflerinden olayları göremediğimizde verdiğimiz kararlar doğru olabilir mi? "Evrensel doğrular"a eksik bilgiyle erişilebilir mi? Yukarıdaki soruları, aşağıdaki bilgilerle tekrar soralım ve yanıtlarımızı ilk yanıtlarımız ile karşılaştıralım.

İlk örnekte, meğerse, kolunu kestirmek isteyen arkadaşınızın kolundaki atar damarlarında tıkanıklık varmış. Biraz daha beklerse kolu kangren olacak ve arkadaşınıza inanılmaz acılar verecekmiş. Arkadaşınız başına bu kötü durum gelmeden ön almak istiyormuş. Siz bunu bilmiyordunuz ve onu bu durumu bilmeden yargıladınız. Hala aynı fikirde misiniz? Ahmet Cevdet Paşa'nın başkanlığındaki komisyonun ortaya koyduğu medeni hukuk kodekslerinin ilk örneklerinden olan Mecelle'de de (ya da Mecelle-i Ahkam-ı Adliye) geçtiği üzere Ehven-i şerreyn ihtiyar olunmaz mı? Yani, iki kötü şeyle karşılaşıldığında daha az kötü olan tercih edilmez mi?

Diğer örneğe geçelim. Meğerse, bu canlıların uğruna savaştığı bu adanın ortasında dipsiz bir kuyu varmış. Bu kuyu, başka hiçbir gezegende olmayan ve bu canlıların ihtiyaç duyduğu son yaşamsal sıvı (bizdeki su gibi ama farklı) kaynağıymış. Bu canlıların genetik yapıları o kadar farklıymış ki, kendileri hariç bir başkası bu su kaynağına dokunursa, su kaynağı kontaminasyona uğrar ve onları hasta edip anında öldüren mikroplarla dolarmış. Bu savaşı durdurmak hala doğru mu? Yaşamsal sıvıyı bozmadan iki toplulukla da paylaşmanın bir yolu yoksa, onlardan sadece birinin, yani içlerinden daha güçlü olanın ona erişmesine engel olmak uygun mu? Yeter ki savaşmasınlar ve bizim gözlemlediğimiz acı yok olsun diye iki topluluğu da ölüme terk etmek mi doğru olur?

Son okuduklarınızdan sonra bazı kararlarınızı gözden geçirmiş olabileceğinizi sanıyorum. Doğru mu?

Bu acayip ve insanı ikilemde bırakan bu konuyu nereden bulduğumu açıklamanın zamanı geldi. Bir kez daha bir kitaptan tetiklenerek yazmaya karar verdim ve bu defa beni bu yazıyı yazmaya iten kitap Stephen King'in Peri Masalı kitabı. Fantastik bir kurgudan böyle bir konunun nasıl çıktığını merak ediyorsanız kitabı okumanız gerekiyor. Bu bir solukta okunabilen sürükleyici ve uzunca kitabı okumayı planlayan okuyucularımız için yazacaklarımı dikkatle seçerek ve kitabı "spoil" etmemeye çalışarak içeriğine dair bazı paylaşımlar yapacağım.

Düşünün ki yanı başımızda bir ülke var. O ülkede, dünyanın geri kalanı tarafından kabul edilen bütün genelgeçer yasa ve kurallara göre insanlar çok kötü bir hayat yaşıyor. Örneklerle açıklamaya çalışayım. Mesela bu diyarda kıtlığın son bulması adına çocukları beş yaşlarına gelmeden kurban etmek yaygın bir davranış olsun. Ya da inanışlarına göre tanrıların öfkesinden korunmak için yaşlıların aç bırakılarak ölüme terk edilmesi gibi bize ilkel gelecek türlü adetler ve töreler var diyelim. Fakat halka sorulduğunda, "Çocukları kurban etmezsek tanrılar bizi lanetler, yaşlılarımız açlıktan ölmezse sonsuz kıtlık gelir" diyorlar. Yani halk bu yaşadığının dışında bir alternatifi ne düşünüyor ne de istiyor. Sorular şunlar: Bu duruma müdahale ederek kendi değer yargılarımızı bu topluma da getirmeli mi yoksa onları kaderlerine mi terk etmeliyiz? Bu durumun zamanla değişebileceğini ve bir süre sonra bizler tarafından da kabul edilebilecek makul bir seviyeye geleceklerini düşünmek mantıklı mı? Kurban edilecekler dahil, kimsenin bundan bir şikayeti yoksa, bize ne oluyor? Buna müdahale etme hakkımız olduğunu düşündüğümüzü varsayalım: Bu hakkın sınırı nedir? Bizim çizgimizde olmayan bir topluma, hangi durumda müdahale haktır, hangi durumda değildir? Herkes bizim çizgimizde mi olmalıdır? Doğruyu bir biz mi biliyoruz? Dünyada hakim güç onlar olsaydı ve onlar bize çocuklarımızı kurban etmeyi dayatsaydı bunu kabul eder miydik?

Biraz da gerçek dünyaya dönelim. Dış müdahale denince akıllara en çok Amerika geliyor, o da güncel olduğundan. Bu soru birkaç yüz yıl evvel sorulsaydı akla İngiltere gelirdi. Hatırımıza bu ülkelerin gelmesi şaşırtıcı da değil. Dile kolay; örneğin İngiltere 193 BM üyesi ülkenin 171'i ile savaşmış. (Bağlantı) Bu savaştığı ülkelerin tümüne müdahale etmek için kendilerince makul bir sebep bulmuş olmalılar. Amerika'nın üstün feraseti ile farklı ülkelere demokrasi getirmek için nasıl çabaladığı da hepimizin malumu. Fakat Amerika'nın bir ülkeyi demokratikleştirmek için ortaya koyduğu gerekçenin sonrasında bizzat kendi başkanı tarafından yanlışlandığını görmüş olan bizler, diğerlerinin hakiki gerekçeler ile yapıldığı konusunda nasıl emin olabiliriz ki? Bu aslında bizi ilk sorumuzun bireyselliğinden devletler seviyesine taşıyor. Nasıl bir gerekçe, hakiki de olsa, başka bir ülkenin kendi kendini yönetme hakkına ket vurulmasını kabul edilebilir kılar?

Dilerseniz başka ülkelere hangi şekillerde karışıldığına bir bakalım. Bunlarda; doğrudan hukuki ya da askeri müdahale, iktidarın memnun etmeyen icraatlarına karşılık muhalefeti üstü örtülü türlü şekillerde desteklemek, perde arkasından sivil itaatsizlik hareketlerine katkı sağlamak ve hatta işin şirazesini kaçırıp ülkeyi tehdit eden terör odaklarına gizli servisler aracılığı ile yarım etmek gibi yöntemler izleniyor. Bunlar ve benzeri yöntemlerle bir ülkeyi istenilen düzleme çekmek bazı durumlarda mümkün olabiliyor. Bu eylemler herhangi bir gerekçe ile meşru olabilir mi? Bu yukarıda bahsi geçen yöntemler, direkt ve açıkça yapılan müdahaleler hariç büyük bir gizlilikle yürütülen eylemler. Kaldı ki askeri müdahalenin mesnetsiz bir gerekçe ile de yapılabildiğini görmüştük. Peki bu diğer yöntemler eğer meşru olsalardı gizli kapaklı değil de alenen yapılmazlar mıydı? Gizleniyorlar olmaları bunlarda bir bit yeniği olduğunu düşündürmüyor mu?

Aslında gizleniyor olmalarının sebebi Birleşmiş Milletler ve uluslararası yasaların başka ülkelerin egemenlik ilkesi uyarınca iç işlerine karışmayı yasaklıyor olması.

Egemenlik ilkesi, bir devletin kendi toprakları üzerinde tam ve bağımsız bir şekilde hüküm sürme yetkisine sahip olduğunu ifade eder. Bu ilke, devletin hem iç işlerinde hem de dış ilişkilerinde bağımsız hareket edebilmesini sağlar. Egemenlik iki ana bileşene ayrılır:

  1. İç Egemenlik: Devletin kendi sınırları içinde yaşayan bireyler ve gruplar üzerinde en yüksek otoriteye sahip olmasıdır. İç egemenlik, yasaların yapılması, uygulanması ve yargı yetkisinin kullanılması gibi unsurları içerir.

  2. Dış Egemenlik: Devletin, diğer devletler tarafından tanınan bağımsız bir varlık olarak uluslararası arenada kendi kararlarını alma yeteneğine sahip olmasıdır. Dış egemenlik, diplomasi, savaş ilanı, uluslararası anlaşmalar yapma ve diğer devletlerle ilişkileri yönetme gibi konuları kapsar.

Egemenlik ilkesi, modern devletler sisteminin temel taşlarından biridir ve uluslararası hukukta da büyük önem taşır. Bu ilke, devletlerin bağımsızlıklarını korumalarını ve kendi kaderlerini tayin etme haklarını güvence altına alır. Egemenlik, aynı zamanda devletin kendi iç düzenini sağlama ve vatandaşlarının haklarını koruma sorumluluğunu da içerir.

Örtülü dış müdahalelerin, bu ilkeyi görmezden geldiği bu açıklamalara bakıldığında aşikar. Bu da bunların neden gizliden gizliye yapıldığını açıklıyor. Dolayısı ile böylesi müdahalelerin meşru olmadıklarını ve hiçbir şekilde hak olmadıklarını söyleyebiliriz. Perde arkasından başka ülkelerin işleyişlerini sekteye uğratacak her türlü eylem gayrimeşrudur ve kabul edilemez. Böylesi tüm girişimlere itiraz ediyoruz. Geriye aleni bir şekilde yapılan hukuki süreçler ile doğrudan askeri müdahaleler kalıyor. Bunlara da şaibe karışabiliyor ama gelin önce teorik olarak inceleyelim. Bu eylemlerin sırtını yasladığı ve evrensel olduğu iddiasında olan bir beyanname var: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi. (Bağlantı)

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948'de kabul edilen ve tüm insanların sahip olması gereken temel hak ve özgürlükleri belirleyen bir belge. Beyanname, insanların ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer düşünceler, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statülerine bakılmaksızın eşit haklara sahip olduğunu vurguluyor.

Beyanname, insan haklarının evrensel olduğunu ve tüm insanlar için geçerli olduğunu savunuyor. Bu evrensellik ilkesi, bir devletin egemenlik sınırlarının ötesinde, diğer devletlerin insan haklarına saygı göstermesi gerektiği anlamına geliyor. Yani buna göre, bir devletin sınırları içinde insan haklarının ihlal edilmesi, uluslararası toplumun bir dış müdahalesini meşru kılabilir. Hatta meşru kılmanın da ötesinde, neredeyse bir zorunluluk olarak, bir devletin kendi vatandaşlarına karşı ciddi insan hakları ihlallerinde bulunduğu durumlarda, uluslararası toplumun müdahale etme sorumluluğunu doğurur. Bu müdahaleler diplomatik baskı, ekonomik yaptırımlar veya daha ciddi durumlarda askeri müdahaleyi içerebilir. "Koruma Sorumluluğu" (Responsibility to Protect) doktrini, bu prensibe dayanarak, soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlar gibi ciddi insan hakları ihlallerine karşı uluslararası müdahalenin hak olduğunu savunuyor. Bu savunmanın egemenlik ilkesi ile çeliştiğini düşünmeniz gayet olağan. Zira yukarıda da bahsettiğimiz gibi egemenlik ilkesi, bir devletin kendi iç işlerine dış müdahaleyi reddetme hakkını içerir. Ancak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabul edilmesiyle birlikte, egemenlik kavramı yeniden yorumlanmıştır. Devletlerin egemenliği, vatandaşlarının temel haklarına saygı göstermeleri şartına bağlanmıştır. Bu, egemenliğin, insan haklarını ihlal eden devletler için bir kalkan olarak kullanılamayacağı anlamına geliyor. Diğer yandan, uluslararası hukuk, devletlerin insan haklarına saygı göstermesini şart koşuyor. Bir devletin vatandaşlarına karşı ciddi ve sistematik insan hakları ihlallerinde bulunması, o devlete karşı uluslararası hukuki ve siyasi tedbirlerin alınmasına zemin hazırlar.

(İnsan hakları hakkında rahmetli Oruç Aruoba ve Ferhat Taylan'ın Açık Radyo'da yayınlanan Felsefe Gevezelikleri programını da dinleyebilirsiniz.)

Bu tarife göre, beyannameye aykırı hareket eden devletlere uluslararası toplumun karşı çıkması sadece olağan değil, aynı zamanda şart. Hukuki ve hatta askeri yöntemlerle insan haklarının yoksunlara derhal tahsisi gerekiyor. Buna beyannameyi okuyan kimse (ve imza atan devletler) itiraz edemez. Fakat burada yazımızın başında bahsettiğimiz konuya dikkat etmemiz gerekiyor: Gerçek nedir? Yüzeyden gözüken ile askeri müdahale kararı vermek bizi yanlış noktalara getirebilir. Etraflıca o konuya dair bütün gerçekleri topladığımızdan emin olduğumuzda ve bütün bu bilgiler aleni bir insan hakkı ihlalini gösteriyorsa ancak müdahale bir hak olabilir. Bilgi eksikse, müdahale hukuk dışıdır ve kabul edilemez. Gerçeklerin tam olarak bilinmediği, bilginin devletler tarafından güvenlik gerekçesi ile gizlendiği durumlarda hukuki müdahale dışında hiçbir şey yapılamaz.

Geri kalmış ülkeler, teknolojik zafiyeti bulunan ülkeler, bilgi yayma ve bilgi edinme konusunda eksikleri olan ülkeler kendilerini doğru ifade edemediklerinde, üstün teknolojili, büyük medya gücüne sahip ülkeler tarafından mağdur edilebiliyorlar. Gerçekler yıllar sonra ortaya çıktığında (çıkarsa) iş işten geçmiş oluyor. Günümüzün güçlü devletleri, bir çıkarları olduğunda, kendilerinin sahneye koyduğu olayları örnek göstererek askeri müdahale ile başka ülkelerin varlıklarından kazanç sağlayabiliyorlar.

Yazımızın sonunda şöyle bir neticeye varmış oluyoruz. Doğru bilgiyi tüm açıklığıyla, şeffaf bir şekilde hem içeride hem dışarıda paylaşan, sözünün eri güvenilir bir ülke, bilgi edinme ve doğru bilgiyi uluslararası topluma yayma konusunda geri kalmamak için yüksek teknoloji çalışmalarına ağırlık vermek zorundadır. Aksi takdirde, yanlış bilgiler ile dış ülkelerin hedefi haline getirilebilir ve uluslararası antlaşmalar ile güvence altına alınmış yasalara göre (güya) hukuki gerekçeler ile askeri müdahale ile karşı karşıya kalabilir.

Kesin yargılar verdiğim bu denememin sonunda şunu bir kez daha görmüş olduk:

Bilgi güçtür (Scientia potentia est)

Francis Bacon (ya da Thomas Hobbes)

Bir sonraki yazımıza kadar doğru bilgiyi aramaya devam edin sevgili okuyucularımız.


Yorum yazmak için giriş yapın.
Giriş Yap
rolex hulk production tag heuer calibre 17 replica louis vuitton replica bags panerai flyback 1950 breitling navitimer world a24322 replica handbags uk perfectwatches rolex sea dweller models replica hermes g shock watches price in india omega seamaster orange rubber strap replica chanel rolex day date ii history omega homage watches fendi replica