Sosyal Medya'nın Mutluluğumuza Etkisi - Deneme

20 Haziran 2022

Merhaba sevgili okuyucularımız. Bugün sizlere kendi deneyimlediğim ve bunu insanlar ile paylaşırken bu konuda yalnız olup olmadığımı araştırmaya karar verdiğim, “Sosyal Medya Kullanımının Toplumun Genel Huzur ve Mutluluğuna Etkileri” hakkında bir deneme yazmak istedim. Biliyorsunuz, Sipagetti’de öznel konulara yer vermemeye; sadece gerçekleri aktarmaya azami dikkat ediyoruz. Bu yazıda da bundan o kadar da fazla uzaklaşmayacağımızdan emin olabilirsiniz. İki bölüme ayırdığım bu yazının ilk kısmı kendi düşüncelerimi ifade ettiğim kısım olacak. İkinci kısımda ise bu konuda yapılmış araştırmaların sonuçlarına yer veriyor olacağım. Yazımın ilk kısmını, kırkına merdiven dayamış biri olarak eskilerden bazı örnekler vererek, bunların yeni hayatımızda yansımalarının nasıl gerçekleştiğini söyleyerek ilerleteceğim.

 

Kısım 1

Eski vs. Yeni

 

  • Bizlerin eskiden ünlülere sesimizi duyurabileceğimiz bir mecra yoktu. Kaldı ki biz onlar hakkında gazetede bir haberleri çıkmadan, bir dergide röportajları yayınlanmadan, bir konserlerine ya da bir oyunlarına gitmeden ya da televizyonda bir haberde adları geçmeden bir şey öğrenemezdik. Biz ünlüleri görünce genelde mutlu ya da en aşağı nötr olurduk.

    Şimdi neredeyse her ünlüye sosyal medya aracılığı ile ulaşabiliyor, sövebiliyor, sevgilerimizi-saygılarımızı iletebiliyor, linç edebiliyor ya da havadan sudan konularda mesaj gönderebiliyoruz. Bizler artık ünlüleri gördüğümüzde muhtemelen sinirleniyoruz. Sevdiğimiz ünlüler ve sevmediğimiz ünlüler var. Bir ünlünün kendi dost meclisinde ağzından çıkan bir laf yüzünden ona demediğimizi bırakmama özgürlüğümüz var. Biz kendi çenemizi tutamayıp, ağzımızdan kaçırdığımız laflara bakmadan; bir başkasının dilinden kaçan talihsiz bir ifadeyi duyduğumuzda, “vay efendim o bunu nasıl der, buna hakkı yok, kendini bilmeyen konuşmasın…” diye yazabiliyoruz. Bizler herkesin, her hali hakkında yorum yapmayı, görüş bildirmeyi, övgülerimizi ve yergilerimizi iletmeyi kendimize hak görüyoruz. Söylediği, yaptığı bir şey yüzünden yerin dibine sokmadığımız ünlü sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bizler artık ünlü görünce 50% olasılıkla mutsuz oluyoruz.

 

  • Bizler eskiden tanımadığımız kişilerle belirli bir saygı çerçevesinde ve sınırları aşmadan konuşup anlaşmaya çalışırdık. İletişim kurmaya çalıştığımız kişinin gururunu zedeleyecek ya da kişiliğine zarar verebilecek bir yorum yapmaktan imtina ederdik. Bakışı, düşünceleri ile bize kilometrelerce uzak birine de saygılı davranmaya dikkat ederdik. Bizim eskiden tanımadığımız insanlarla konuşacağımız vakit, yüzümüzü, sesimizi saklayabileceğimiz bir ortam yoktu. Biz, biz olarak bu kişilerin karşısına çıkar ve biz olarak konuşurduk. Herkes muhatabını bilirdi.

Artık insanlarla iletişimi kurarken maskelerimiz var. İnsanlarla sanki bir bilgisayar oyunundaki karakterlerle konuşurmuş gibi konuşuyoruz. Kimsenin gururu ve kişiliği umurumuzda değil. Herkes herkese ağıza alınmayacak hakaretler edebiliyor. Üstüne üstlük bu ettiğimiz hakareti “beğenen”ler oluyor. Onlar da hakaret ediyorlar. Hakaret ettiğimiz kişi de dönüp bize hakaret ediyor. Şöyle bir dakikalığına gün içinde okuduklarımıza bakarsak aslında herkesin herkese rahatlıkla onur kırıcı hakaretler ettiğini, saygı diye bir şeyin kalmadığını ve şaşırtıcı bir şekilde hakaret eden ve hakaret edilenin bir süre sonra adrenalinleri azaldıktan sonra hayatlarına normal bir şekilde devam edebildiklerini görebiliyoruz. Bu tip hakaretamiz ifadeleri o kadar rahatlıkla sarf edebiliyoruz ki, şaşırtıcı derecede hızlı bir şekilde gündelik hayatımızdaki komik videolara geçiyoruz.

 

  • Bizler eskiden akrabalarla bir araya geldiğimizde, bir akşam fotoğraf albümlerini çıkartır; “bu kimdi?”, “bu kimin kocasıydı?”, “bu kimin küçüklüğüydü?” diye söyleşir ve eski günleri yad ederdik. Elimize geçen ve kime ait olduğunu bilmediğimiz fotoğrafları ileride diğer halalara, dayılara sormak için ayrı bir yere koyardık. Başkalarının fotoğrafları olmazdı bu albümlerde. Arkadaşlarımız, tanıdıklarımız, akrabalarımız olurdu … biz olurduk.

Fotoğraf albümleri kalmadı artık. Düğün albümü ile ilk çocuğumuz için yaptırdığımız fotoğraf albümleri var bir tek. Ama fotoğraf çok. Tanımadığımız milyonlarca insanın muhteşem hayatlarına dair fotoğraflar her yerde. Olağanüstü arabalarla gittikleri muazzam mekanlarda yedikleri muhteşem yemekleri ve içtikleri harikulade içecekleri “beğeniyoruz”. Ya da durumu bizimki kadar iyi olmayan insanların fotoğraflarına bakıp “şükrediyoruz”. Sadece şükretmiyoruz, başkaları da baksın ve şükretsin istiyoruz. Bir çoğumuz bu yaptıklarında samimi de değil. Ya imreniyoruz ya da küçümsüyoruz. Biz bu fotoğraflara baktığımızda yapamadıklarımızı ve yapmadıklarımızı görüyoruz. Biz eskiden olduğu gibi fotoğraflara mutlulukla bakmıyor; olumlu ya da olumsuz herhangi bir histen yoksun bir şekilde bakmaktan sıkılana kadar bakıyoruz.

 

  • Bizler eskiden mahallemizde, yolda, okulumuzda yani yakın çevremizde cereyan eden vahim olaylara üzülür, onlarla dertlenirdik. Fevziye Hanım’ın oğlu Akif’in bisikletten düşüp ameliyatlık olmasını haftalarca konuşur, hastaneye ziyaretine gider, yardımcı olabileceğimiz bir şeyler varsa yapardık. Çok üzülürdük, bir de korkardık. Bisiklete daha dikkatli binerdik. Biri bizim dikkatsiz davrandığımızı görürse, bizi uyarır, Akif’i hatırlatırdı.

Artık Dünya’nın herhangi bir yerindeki herhangi bir olaydan, vahşetten, cinayetten, savaştan, kavgadan anında haberdar oluyoruz. Buna çok duyarlı bazılarımız inanılmaz öfkeleniyor ve sosyal medya üzerinden bu konuyu enine boyuna eleştiriyor ve kınıyor. Bu konu ile ilgili bilgilendirici yazılar yazıyor; çok etkili görseller paylaşıyor. Bu yaşananları asla unutmayacağını söylüyor. Faillerin hak ettikleri cezayı almaları için elinden ne gelirse yapacağını söylüyor. Fakat maalesef ki aşağı ya da sağa ya da başka bir tarafa kaydırarak önüne çıkan bir başka önemli konu için başka sözler verdiği/vereceği için daha önce vermiş olduğu sözleri tutamıyor. (Bkz. “slacktivist”). Bizler günümüzde, o kadar çok konu ile iştigal ediyoruz ki, hiçbiri Akif’in başına gelenlerin bizde bıraktığı etkiye ulaşamıyor. Bu konulardan bazıları kıtlık, açlık, sefalet, savaş, yıkım, deprem, katliam, cinayet gibi Akif’in yaralı bacağından biraz daha kritik konular olsa da… (Aşağıdaki grafikte faydalı çıktı sağlayabilecek malumatın bir optimumu olduğunu görebilirsiniz. [1])



Bu Olanaklar Bizden Ne Götürdü, Bize Ne Sağladı?

 

  • Ben sosyal medyada, özenle belirlediğim, yorumlarını beğendiğim, kendime daha yakın hissettiğim, seçmece bir “Takip Edilenler” güruhunun yazdıklarını okuyarak geçirdiğim bir yarım saat sonrasında sebepsizce mutsuz oluyorum. Tıpkı bir ürün hakkında yazılan yorumların büyük çoğunluğunun, o ürünü yeren yorumlar olması gibi, olumsuz konularda da daha çok paylaşım yapılıyor. İnsanlar, acılarını paylaşarak diğer insanlardan almayı umdukları empatiler ile kendilerini bir nebze daha mutlu hissetmenin yolunu ararlarken, mutluluklarını daha az paylaşıyorlar. Bu da istatistiksel olarak bir müddet sosyal medyaya maruz kalındıktan sonra sizin daha mutsuz olmanıza yol açıyor. Bu zamanı başkaları hakkında hiçbir şey duymadan geçirmiş olsaydınız mutlu ya da en azından nötr olacakken, mutsuzluk sizi de ele geçiriyor.

Fakat bazı durumlarda insanların sizi de üzen paylaşımları sayesinde gerçekten iyi bir şeyler ortaya çıkabiliyor. Hem bu paylaşımı yapan insanın hem de benzer durumdaki diğer insanların hayatlarına olumlu yönde etki oluşturacak girişimler olabiliyor. Bir kayıp çocuk bulunabiliyor, bir hasta için yardım temin edilebiliyor, bir haksızlık yetkili mercilere iletilebiliyor, dünya bir ileti ile daha güzel ve yaşanılabilir bir hale gelebiliyor. Böylesi hallerde sosyal medyanın varlığına şükretmemek elde değil.

 

  • Sosyal medya etkisi ile moralimiz bozulduğunda ve geleceğe dair umudumuzu yitirdiğimizde, çok şükür ki mahvolmuyoruz. Çünkü bu yapay ve zorlama üzüntüler çok çabuk unutuluyor. Hızlıca üzülüp, hızlıca bırakıyoruz; duygularımız laçkalaşıyor, kızgınlıklarımız sahteleşiyor.

İnsan beyni üzüntüleri unutma yönünde çalışıyor. Beynimiz başımıza gelen kötü olayların izlerini silmeye çalışıyor. Sevdiklerimizi kaybetmeye bu sayede katlanabiliyoruz. Zaman her şeyin ilacı değildir, zihnimiz kendisine yeterli zaman sağlandığında etrafı derler, toplar. İletişim çağında, biz daha bir üzüntüyü idrak edemeden, yeterince yaşayamadan yenisi geldiği için, beynimizin içi etrafa saçılmış üzüntü kırıntıları ile dolu ve nöronlarımız bunları sürekli süpürmekle meşgul. Bir türlü tam olarak düzenleyemediğimizden, nedenini bildiğimiz bir iç sıkıntısı ile dolaşıyor fakat yıkılmıyoruz.

 

  • Neye inanacağımızı bilemiyoruz. “Deep Fake” ile gerçeğinden ayırt edemeyeceğimiz videolar, ses kayıtları oluşturuluyor olmasını geçtim; 6.5 sene öncesine ait görüntüler o gün çekilmiş gibi paylaşılabiliyor. Bilgi o kadar hızlı yayılıyor ve o kadar çok “takip edilen” tarafından paylaşılıyor ki, gerçekliğini sorgulamak aklımıza bile gelmiyor. Gündemi(mizi), önünüze önceliklendirilerek düşürülen paylaşımlar belirliyor. Bir algoritma ile sinirleniyor, seviniyor, umut doluyor ve akabinde yaşama sevincimizi yitiriyoruz.

Fakat çok şükür ki, yanlış haberlerin doğrusunu bulmak da bir o kadar kolay. Biz bulamasak bile bir hayırsever okuduğumuzun yanlış olduğunu bize gösteriyor. Bu hayırseverin de yalanlanmasına birkaç dakika olmasına rağmen o aralıkta sıradaki habere geçebilmişsek olaydan yara almadan kurtulabiliyoruz.

Tüm bu kayıp ve kazanımlarını yan yana koyduğumda kararım şu oldu: Etkileşimi minimuma indirecek şekilde geçirdiğim süreyi günlük 15 dakika ile ve takip ettiklerimi beni manipüle etmeyeceklerine inandıklarım ile sınırladım. Bu haliyle sosyal medya, benim olaylardan haberdar olmama yetecek kadar çok, kandıramayacak kadar az diye düşünüyorum.

Kısım 2

Yeterince fikir beyan ettim. Biraz da literatür ne diyor ona bakalım:

Birleşik Krallık’ta, 14-24 yaşlarında 1500 genç üzerinde “Royal Society for Public Health” (Halk Sağlığı Birliği) ve “Young Health Movement” (Genç Birey Sağlık Hareketi) tarafından yapılan bir araştırma, Instagram, Snapchat ve Facebook kullanan gençlerde depresyon, sanal zorbalık, uyku bozukluğu ve anksiyete görülme olasılığını arttırdığını gösteriyor. Etki, internette geçirilen süre ile de artış gösteriyor. [2]

Sosyal medya kullanımı, beynin ödül merkezini, dopamin salgılatarak uyarıyor. Bu sayede ara ara mutsuz da olsak, bizi mutlu eden, gülümseten görüntüleri, videoları açlıkla arzuluyoruz. Bunda FOMO (Fear of Missing Out, Gündemi Kaçırma Korkusu) etkisi de oldukça yüksek. Sürekli yeni bilgileri almayı bir ihtiyaç görüyoruz. Bu bağlantıdan Dr. Lisa Coyne’un (McLean Hastanesi’nde Psikolog) sosyal medya ve akıl sağlığı arasındaki ilişkiyi anlattığı videoyu izleyebilirsiniz.

Fakat bu bilgi açlığı ile saldırdığımız sosyal medyada moralimiz zaten bozuk iken vakit geçirdiğimizde, moralimiz biraz daha bozuluyor. Biraz sıkıntımızı dağıtalım, az biraz bir şeyler okuyalım diye açtığımız uygulama, bizi daha da mutsuz ediyor. [3]

Yaklaşık 5000 kişi üzerinde gerçekleştirilen bir başka araştırmada da, gerçek sosyal iletişim ile “sahte” sosyal iletişim arasında bir karşılaştırılma yapılmaya çalışılmış ve “sahte” iletişim ile insanların 5%-8% oranında daha çok olumsuz etkilendiği görülmüş [4]. Aşağıdaki grafik, sosyal medya kullanımının artması ile kişinin kendini iyi hissetme algısının nasıl azaldığını gösteriyor.


Kendini İyi Hissetme Algısı (y) vs. Sosyal Medya Okuyucu/Tüketiciliği (x)

 

Literatür de benim hissettiklerim ile paralel olduğu için kararımı güvenle uygulamaya devam edeceğim. Yalnızca olan bitenden habersiz kalmamama yetecek kadar sosyal medya kullanacağım ve beni isteyerek ya da istemeyerek kandırabilecek kişilerin yazdıklarını okumayacağım.

Bir sonraki yazımıza kadar Sipagetti ve diğer güvenilir kaynakları okumaya devam edin.

 

[1] Information overload in the information age: a review of the literature from business administration, business psychology, and related disciplines with a bibliometric approach and framework development, Roetzel, 2018

[2] RSPH and YHM Research Campaign Site

[3] How and Why Social Media Affect Subjective Well-Being: Multi-Site Use and Social Comparison as Predictors of Change Across Time | SpringerLink, Wirtz, Tucker, Briggs, Schoemann, 2020

[4] Association of Facebook Use With Compromised Well-Being: A Longitudinal Study | American Journal of Epidemiology | Oxford Academic (oup.com), Shakya, Christakis, 2017


Yorum yazmak için giriş yapın.
Giriş Yap
rolex hulk production tag heuer calibre 17 replica louis vuitton replica bags panerai flyback 1950 breitling navitimer world a24322 replica handbags uk perfectwatches rolex sea dweller models replica hermes g shock watches price in india omega seamaster orange rubber strap replica chanel rolex day date ii history omega homage watches fendi replica