Kararlarımızı Kendimiz Verebiliyor muyuz?

09 Ekim 2023

Yakın zamanda Disney, daha önce yayınlayacağını duyurduğu Mustafa Kemal Atatürk hakkında çekilmiş bir diziyi yayınlamaktan vazgeçtiğini duyurdu. Açıkladıklarına göre bu kararlarında, bu dizinin yalnızca Türkiye'de değil, bir çok ülkede yayınlanacak olmasından ötürü uluslararası camiada bir takım çevrelerin bundan rahatsız olduklarını dile getirmeleri etkili olmuş. Bağımsızlık savaşı kazanarak kurulmuş bir ülkenin kurucu liderinin hayatının anlatıldığı bir dizinin, bu savaşta kaybetmiş bir zümreyi rahatsız etmesi ve de bu kuruluşun yayınlayacağı içeriğe karar verirken ticari kaygılar gütmesi oldukça anlaşılır bir durum. Bu kararı uygulamaya koyduklarında, Türkiye'de bir grup insanın tepkisi ile karşılaşacaklarını hesap etmiş olmalılar. Ama aynı şekilde bu tepkinin bir çığ gibi büyüyerek kendilerine yönelik topyekün bir boykota dönüşmeyeceğini de bir şekilde biliyor olduklarını sanıyorum. Geldiğimiz noktada haklı çıktıklarını söyleyebilirim. Disney+'a olan tepki ile ilgili etrafımdan hiçbir şey duymaz oldum. Peki neden tepkilerimiz bir neticeye ulaşmıyor? Neden yaşadığımız çok büyük felaketlerin üzerinden çok değil sadece birkaç ay ya da sene geçtikten sonra sanki o olay hiç yaşanmamış gibi hayatımıza aynı şekilde devam ediyoruz? Biz toplumsal olarak neleri sürekli hafızamızda tutuyoruz, neleri tarihin çöplüğüne gönderiyoruz?

 

Bu yazımızda da daha önce birkaç kez denediğim gibi önce kendi sorularımı sorarak bunlara sizlerle birlikte bir yanıt aramaya çalışacağım. Sonrasında da bu konuda kaynaklar burada yazdıklarımızı doğruluyor mu bunu araştıracağım. Müsaadenizle başlıyorum:

 

Hayatta, özellikle günümüzde oldukça artan iletişim hızı ve aşırı süratli işleyişlerle bir çok olay aynı anda cereyan ediyor. Su siparişi, çocuğun okul servisine kaydı, iade edilmek istenen bir ürünün eve gelinip teslim alınması, yetişmeyen projelerde eksik bileşenlerin tedariki, satın alma sorumlusunun sizden beklediği bilgi, kayınvalidemin bizde kalan plastik kapları... Hepimizin hayatı bir proje yönetimi şeklinde gidiyor. Bu yukarıda saydığım örneklerden aksiyon almayı unuttuklarımız gerçekleşmiyor, erteleniyor ve hatta belki iptal oluyor. Ertelenmesin ya da iptal olmasın diye o kanalı sürekli canlı tutmamız gerekiyor. Nerede kaldı, geliyor mu, kayıt için ödeme günü geldi mi, tabakları bugün getirelim mi?... Aklınıza hiç gelmeyen ya da bir ara düşünüp de daha sonra hatırlayabilmek için not almadığınız her şey mazi oluyor.

 

Neye tepki verip neyi kutlayacağımıza nasıl karar veriyoruz? Evimizle başlayalım. Evimizde konularımız sınırlı ve içeriği biz yönetiyoruz. Çok fazla televizyon izleyen oğlumuzun bu davranışını değiştirmek için aile olarak aksiyonlar alabiliyoruz. Kızımızın daha düzenli ders çalışabilmesi için diğer aktivitelerinin zaman planlaması bizim diğer bir önceliğimiz olabiliyor. Bunu da aile içinde doğru planlama ile yönetebiliyoruz. Bu konuların çözümü için azami gayret gösteriyoruz. Fakat evden çıkıp da sokağa, mahalleye geldiğinizde konular değişmeye başlıyor. Gündeme gelen her konu bizi aynı oranda etkilemiyor. Daha geniş kümede, herkesin sizinle aynı duyarlılıklara sahip olmadığını da görmeye başlıyorsunuz. Sizin için çok önemli olan yan komşudaki bitmeyen tadilat, daha uzakta yaşayan diğerleri için "birbirimize karşı hoşgörülü olmamız gerekiyor" şeklinde değerlendiriliyor. Kedilere pilav, fasulye, balık derisi veren ve bunu sizin evinizin önünde yapan komşunuza her yerin sinek, böcek dolduğunu söylediğinizde bunu neden söylediğinizi anlayamayabiliyor. İlçe, şehir, bölge, ülke derken bambaşka gündemlere sahip yüzlerce farklı fraksiyona bölünüyorsunuz. Farklı görüşleri kendi dar çevremizde belki bazen saygıyla karşılamayabiliyor; o fikirleri önemsiz bulabiliyor ancak her zaman da tutup bir çatışmayı alevlendirmiyoruz. Çünkü aslında biz çatışmayı sandığımız kadar da sevmiyoruz. Hayatımızın keşmekeşi bize yetiyor ve biraz huzur arıyoruz. Bu davranışın nihai noktası, klişe olacak ama, bazen haberlere çıktığını gördüğümüz, Amerika'da sokakta bayılıp yere düşen bir adamın yanından sanki hiçbir şey olmamış gibi geçen insanlar gibi olmak. Yani toplum olarak birbirimizden yeterince uzaklaşırsak, başka insanların başına gelenlerin bizi, bir sivrisineğin mavi ışığa aldanıp saniyesinde "czzt" diye yandığını önemsediğimiz kadar etkilediğini göreceğiz. Aynı yaşam alanını paylaşan ancak  birbiri ile doğrudan iletişim kanalı olmayan ayrık insanlar haline gelirsek bu olacak. Size bir sır vereyim mi? Bu dediğim şey başladı ve yavaş yavaş gerçek oluyor.

 

Nasıl bu kadar kendimize düştük? Ne zaman başkalarının başına gelenler hiç umurumuzda olmamaya başladı? Bunun iki ana sebebi olduğunu değerlendiriyorum. Birincisi, eskiden bu kadar olay aynı anda yaşanmıyordu. Günlük aktiviteler sınırlıydı ve işten sonra -ki bu masa başı bir iş de olabilir, tarlada buğday hasat edilmesi de olabilir,  keçilerin otlatılması da olabilir- kalan zamanda bazı olaylar uzun uzun konuşulabiliyor, aile meclislerinde, köy meydanlarında, mahalle kıraathanelerinde grup davranışı olacak kararlar alınabiliyordu. Şimdi böyle bir birliktelik oluşturulamıyor. Oluşturulabilen birliktelik de ancak çok yüzeysel olabiliyor. Çünkü birliktelik kurduğunuz kişinin 27 tane daha başka değerlendirdiği olay ve durum oluyor. Sosyal medya üzerinden paylaşıma sokulan ve toplumda aslında bir karşılığı olan çok önemli konular dahi, "vah, tüh, yazık" ile sınırlı bir tepki ile karşılanıyor. Bazen çok acı olaylar karşısında oturduğumuz yerden üzülüyor, kahroluyoruz. Sonra bunu başkalarına gönderip onların da üzülmelerini sağlıyoruz. Çoğu zaman bu büyük üzüntüler dakikalar içerisinde kendini zaman yiyen anlamsız videoların sağladığı geçici mutluluklara bırakıyor. İkinci sebep ise şu: Eskiden evin tek sobalı odasında birlikte oturduğumuz insanların yanında "üzülmez, umursamaz" olmak ayıp karşılanırdı. Eskiden yalnız kalmak pek tercih edilen ve cazip bir durum değildi. Yalnız kalınamayınca da nasıl isterse öyle yapan özgür fikirli insanlar olmak pek mümkün olamıyordu. Böylelikle olaylar, onları herkes konuşmayı bırakana kadar zihinlerde taze kalıyordu. Ancak şimdi çok güzel. Kendi küçük çerçeveli ekranlarımıza bakarken kimseye ihtiyaç duymuyoruz. Özgür iradeli ve kendi kendine yeten bireyler olduk. Başkalarının üzüntülerini artık eğer istemezsek umursamayabiliyoruz, çünkü ne zaman istersek yalnız kalabiliyoruz. Hayatımızı idame ettirmek için kimseye ihtiyacımız yok. Bizi tenkit edecek kimse etrafımızda olmadığında da, ne istersek onu yapıyoruz.  Bu kazanımımızın neticesi ne oldu? Evet, toplum olarak birbirimize ihtiyaç duymamaya ve dolayısıyla uzaklaşmaya başladık.

 

Yavaş yavaş düşünce trenimizin son vagonuna doğru geliyoruz. Bu paragrafta birazdan okuyacaklarınız üç aşağı beş yukarı herhangi bir olayın vukuundan neticelenmesine kadar geçen sürede yaşananların akışını gösteriyor. Şöyle: Kendi gibi olabilen bencil ve yalnız insanlardan müteşekkil geniş bir toplumuz ve genellikle tekil insanlar olarak olaylara kapsayıcı bir bakış açısı ile bakamıyoruz. Bir olay cereyan ettiğinde karşılıklı yükselen sesler birbirlerini sönümlüyor ve ortaya hiçbir şey çıkmıyor. Bir güruh diğerini umursamazlıkla, diğer grup berikini sahtelikle suçluyor. O sırada olay cereyan etmeye devam ederken biz bu karşılıklı atışmaların karanlık dehlizlerinden çıkmaya çalışıyoruz. Biz çıkamadıkça olayın etkisi ve duyumsadığımız şiddeti azalıyor. Biz iki ya da daha fazla cephe olarak bu konuyu her yönüyle (!) tartışıp sündürdükçe konu yavaş yavaş önemini de yitiriyor. Sonra aradan birkaç ay geçtikten sonra bir de bakıyoruz ki televizyona, haberlere çıkan bir avuç insan dışında aktif olarak bir şeyler yapmaya çalışan kimse çıkmamış; ilk başta çok etkilenmiş olan biz dişe dokunur pek bir şey yapamamışız; olayın müsebbipleri hayatlarına olağan şekilde devam etmiş ve bütün toplum tepkili olduğu bu duruma karşı yumuşamış.

 

Bu aşamada ilk başta yazdığım konuya geri dönmek istiyorum. Disney+, Atatürk dizisini yayınlamamaya karar verdiğinde sürecin böyle işleyeceğini hesap etmiş; kaybının çok fazla olmayacağını ve birkaç kişiden tepkisel çıkışlar olsa da karşıt görüşlerin birbirlerini haksız çıkarmaya çalışırlarken hedeften uzaklaşılacağını değerlendirmiş olmalı. Bunu, insanların ne düşüneceğine karar vererek yapabildiklerini düşünüyorum. Eğer bekleyip gördükleri iki kampa ait gruplara tutunacakları ve birbirleri ile net çelişen ve ana konudan sapmış fikirler verecek olurlarsa bu insanlar birbirlerini yererek tüm enerjilerini harcayacaklardır. Bunun çok etkin bir yöntem olduğunu ve toplum yönetiminin Aikido'su olduğunu düşünüyorum. Bilindiği gibi Aikido, rakibini kendi enerjisiyle, kendi hareketleri ile alt etme sanatıdır.

 

Bu kadar spekülasyondan sonra burada iddia ettiğim (ve daha önce sosyal medya üzerine yazdığım bir diğer yazımda da değindiğim) savımın literatürde bir karşılığı var mı, buna birlikte bakalım:

 

Son yıllarda giderek artan sayıda kuruluşun bu durumu bir tehdit olarak tanımlamaya başladığı görülüyor. Oxford Internet Enstitüsü tarafından yayınlanan bir araştırmaya göre halkı manipüle etmeye yönelik yayın yapan dijital propaganda firmalarına 2009 yılından 2020 yılına kadar harcanan para 60 milyon doların üzerinde ve halkı dezenformasyon ile rakibe karşı doldurmak dünyadaki ülkelerin 93%'ü için normal siyaset faaliyeti halini almış durumda. [1] Bu raporun bir diğer ekinde ülke ülke hangi platformlar ne amaçla kullanılıyor incelenmiş. [2]

 

Keenan tarafından yapılan araştırma, 2016 yılında İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılmayı oyladığı Brexit'te ve Katalonya'nın İspanya'dan ayrılması için yapılan 2017 referandumunda, sosyal medya üzerinde gerçekleştirilen tartışmalara katılan kullanıcıların üçte birinin "bot" olduğu, yani gerçek kişiler olmadıklarını ortaya koyuyor. (Bot kelimesi robotun kısaltması; robot kelimesi ise Çek yazar Karel Capek'in hayal gücünden geliyor) Yine 2016 Amerikan seçimlerinde gündeme damgasını vuran Cambridge Analytica olayında da Facebook (şimdi Meta) ve Twitter (şimdi X) kullanıcılarının politik görüşünü  ihtiyaca göre manipüle etmeye yönelik içeriklerin özellikle yönlendirildiğini görmüştük. Bir diğer ilginç istatistik de, en aktif 500 "bot" hesabın 22%'sinin haber içerikli bağlantılar/içerikler paylaştığını gösteriyor. İnsanlar için bu oran 6%. [4] Botluğun doğasında otomatize edilmiş mesajlar olduğunu söyleyerek bunun olağan olduğunu söyleyebilirsiniz ancak bu istatistik net bir şekilde öncelikli kullanım amacını ortaya koyuyor.

 

NATO'nun Stratejik İletişim Dairesi Başkanlığı (STRATCOM) tarafından 2021 yılında yapılan bir araştırma, sahte "bot" hesapların giderek artan bir şekilde bir iş kolu haline geldiğini gösteriyor. [5]

 

Platformlarda bot hesabı çalıştırmanın maliyetinin (özellikle Rus sosyal medya uygulaması Vkontakte'nin) fiyatlarındaki savaş öncesi ortalama üzeri artış bir tesadüf olabilir ancak bu platformların savaş alanından görüntülerin yayılmasında ve insanların ne düşüneceklerinin belirlenmesine oldukça etkili olduğu da bir gerçek.

 

Bu platformlar arasında Twitter (şimdi X), gerçek olmayan hesapların tespiti ve silinmesi konusunda diğerleri arasından pozitif olarak ayrışıyor. Yeni hali X için yapılmış bir araştırma henüz yok ancak bu politikanın Elon Musk sonrasında değişeceğini varsaymak için geçerli bir sebebimiz yok.

Pew Araştırma Şirketi tarafından yapılan  ve 19 ülkeyi kapsayan bir araştırma, insanların 84%'ünün sosyal medyanın fikirlerin manipüle edilmesini kolaylaştırdığını düşündüklerini gösteriyor. [6]


Sonuç olarak, bu araştırmalar bize bile bile lades olduğumuzu gösteriyor. Kandırılabileceğimizi bilerek kendimize dair birçok bilgiyi bu platformlar ile paylaşıyor ve bize yönelik içeriklerin bize daha fazla gösterilmesine izin veriyoruz.

Yıllar evvel büyük ölçüde sinema sektörü ile yapılmış olan toplum mühendisliği, günümüzde sosyal medya eli ile yapılıyor. Alev Alatlı'nın "Suç Ortağı Hollywood" kitabı bu konuda detaylı bir bilgi kaynağı diye düşünüyorum. Belirli bir görüşe yatkın  ya da meyilli kişilerin fikirlerini sorgulatmak da, iyice o fikre düşmelerini sağlamak da interaktif olan sosyal medya ile oldukça mümkün. Yalnızca kişilere gösterilen haberleri, mesajları, fotoğrafları, görselleri ihtiyaca yönelik olarak kurgulamanız yeterli.

 

Gündemi takip ederken fikrinizin güdülüyor olabileceğini lütfen aklınızdan çıkarmayın sevgili okuyucularımız. Düşüncelerimizin kolaylıkla manipüle edilmesini önlemek için yüz yüze iletişimi terk etmemeliyiz. Tek kaynağımız elinizdeki minik ekran olduğunda kandırılmaya çok müsait oluyoruz. Bunu büyük şirketler biliyorlar ve oyunu buna göre oynuyorlar.

 

Kaynaklar:

[1] Samantha Bradshaw, Hannah Bailey & Philip N. Howard. “Industrialized Disinformation: 2020 Global Inventory of Organized Social Media Manipulation.” (2021) Oxford, UK: Programme on Democracy & Technology (https://www.ox.ac.uk/news/2021-01-13-social-media-manipulation-political-actors-industrial-scale-problem-oxford-report)

[2] https://demtech.oii.ox.ac.uk/wp-content/uploads/sites/12/2021/02/CyberTroop-Report20-Draft9.pdf

[3] https://www.ox.ac.uk/news/2021-01-13-social-media-manipulation-political-actors-industrial-scale-problem-oxford-report

[4]  Keenan, Spencer J., "Behind Social Media: A World of Manipulation and Control" (2020). Pop Culture Intersections. 48. (https://scholarcommons.scu.edu/engl_176/48https://scholarcommons.scu.edu/engl_176/48/?utm_source=scholarcommons.scu.edu%2Fengl_176%2F48&utm_medium=PDF&utm_campaign=PDFCoverPages)

[5] https://stratcomcoe.org/publications/download/SOCIAL-MEDIA-MANIPULATION-2021-2022-FINAL.pdf

[6] https://www.pewresearch.org/global/2022/12/06/views-of-social-media-and-its-impacts-on-society-in-advanced-economies-2022/


Yorum yazmak için giriş yapın.
Giriş Yap
rolex hulk production tag heuer calibre 17 replica louis vuitton replica bags panerai flyback 1950 breitling navitimer world a24322 replica handbags uk perfectwatches rolex sea dweller models replica hermes g shock watches price in india omega seamaster orange rubber strap replica chanel rolex day date ii history omega homage watches fendi replica